6 Mart 2015 Cuma

Mehmet Demirkol Men's Health Türkiye Röportajı

Türk futbolunda artık klişeleşmiş bir “devrime ihtiyacımız var” söylemi var. Sence bu devrim ne?
Futbola ayrı bir şey yapılamaz bence. Komple spor olarak bir devrim yapılabilir. İlk olarak beden eğitimi dersinin adını değiştirip spor dersi yapmak, zorunlu kılmak ve haftada en az 5 saate çıkarmak lazım. Bunu da ilkokul 1’inci sınıftan itibaren başlatmalı. Düşünsene, her gün ilk saat spor. Bunu yaparsanız, işte o zaman Olimpiyat şampiyonları çıkar bu ülkeden.
Yani diyorsun ki, tarihten, coğrafyadan daha fazla spor dersi olmalı okullarda.
Aynen öyle. Çünkü bu kadar büyük bir nüfus eğitilemez. Komünist ülkeler dışında böyle bir örnek yok. Kapitalist ülkelerin buna kaynak ayırabilmesi mümkün değil. Brezilya gibi bizde de spor bir sektör olabilir, sporcu ihraç edebiliriz. Brezilyalı olup başka ülkelerde oynayan sporcu sayısı yaklaşık 12 bin. Düşünsene, her biri 100 bin avro getirse ülke kalkınır. Dolayısıyla bunu bir sektör olarak görmek lazım. Bu aynı zamanda spor kültürünü de geliştirir. Sporcunun çektiği fiziksel acıyı bilmeyen tribünlerde, kültür falan gelişmez. Biz ancak konsol oyunları ile çocuklarımıza sporu öğretiyoruz. Bu şekilde de ülkenin spor kültürü gelişmiyor işte.
Ama hala bazı çocuklar mahalle arasında top peşinde koşmaya devam ediyor.
Evet ama oyunla sporu birbirinden ayırmak lazım. Onlarınki oyun. Sıkıldığın zaman bırakıyorsun. Halbuki bir eğitmenin sana öğretmesi, eğitmesi lazım. 8 yaşındaki çocuk bir maçta ne kadar koşar bunu biliyor muyuz mesela? Bunu bilen eğitmenler olması lazım. Nasıl ki okulda fizik, matematik dersini geçmek için çocukların canı çıkıyor; spor için de aynen öyle olacak, başka türlü olmaz.
Peki bu mantıkla mahalle futbolunda keşfedilmiş Sergen’i veya Arda’yı nasıl açıklayabiliriz?
Onlar üretim hatası. Onların nasıl çıktığını metodlaştırmak, açıklamak mümkün değil. Metodlaştırmadan hiçbir şey yapamazsın. Şöyle düşün: Biz dini çocukken nerede öğreniyoruz? Evde. Sporu da böyle öğrenecekler işte. 18 yaşına gelmiş, hayatında hiçbir spor dalıyla uğraşmamış bir adama sporu anlatamazsın. 44 yaşındayım, her gün sağlık için koşarım. En son Vodafone İstanbul Maratonu’na katıldım. 50 yaşında bir adam, önümde 4 saat 11 dakikada maratonu tamamladı. Adamın suratındaki keyfi ben Ronaldo’nun suratında görmedim. Adam ondan çok daha büyük bir iş yaptığını hissediyor, çünkü adamda o spor kültürü var. Sporun acısını, zorluğunu bilen taraftar, saha içindeki futbolcuları da eleştirirken iki kere düşünür.
Uzun vadede çok şeyi değiştireceği kesin ama ya kısa vadede nasıl bir çözüm olmalı? Avrupa Şampiyonası’na gidemezsek, kimse spor kültürü ya da okullarda spor dersi projesini dinlemeyecek.
Milli Takım kısmına gelirsek; Türkiye futbol direktörü ile milli takım teknik direktörü aynı insan olmamalı. Çünkü teknik direktör doğrudan spotların altındaki adamdır, yani başroldür. Futbol direktörü filmin prodüktörü. Bir taraftan yıpranırken diğer taraftan nasıl geleceği kurabilirsin? Bir insan hem er hem general olmaz. Hangi savaşta general en önde elinde kılıçla koşmuş?
Peki kısa dönemde neler yapılmalı?
Minimum 7 sene lazım bu saydığım şeyler için. Çok geç kafamıza dank etti. Biz ne zaman bir sıçrayış yaptık? 80’lerin sonunda. Bütün Avrupa’nın Sovyetler Birliği başta olmak üzere coğrafi ve siyasi olarak yıkılıp yeniden yapılandığı dönem. Herkes geri düştü, biz de bu fırsattan istifade sıçradık. Piontek, Derwall, Mustafa Denizli, Fatih Terim önemli işler yaptılar. Almanya’dan da gelen futbolcular ile birlikte yükseldik. Mesela Uğur Tütüneker gibi futbolcuları
getirip burada oynattığın zaman yetiyordu. Şimdi Mesut’u getirsen ilk 11’e giremez. Çünkü o bizde olmayan başka bir şeye alışmış artık. Bizde herkes bir jenerasyon yakalamaya takmış. Tamam jenerasyon yakalayacaksın ama hangi seviyede
yakalayacaksın? Hangi branşta yakalayacaksın? Fransa’nın da 98 jenerasyonu var ama o günden beri her Dünya Kupası’na gidiyorlar.
Devşirme futbolcu kavramı var bir de.
Onun adı devşirme değil, dönme futbolcu. Bir sistemin olur ama kaynağın olmaz; o yüzden getirirsin dışardan futbolcuyu, sistemini de böylece büyütürsün. Buna devşirme denir. Yani Anadolu’da uygun çocuk bulamadıkları için Sırbistan’dan alıyorlar. Onları geliştirip yeniçeri çıkarıyorlar ve bu çocuklara devşirme diyorlar. Ama şimdi futbolda yapılmaya çalışılan böyle değil. Sen 20-25 yaşındaki adamı buraya adapte etmeye çalışıyorsun. Onun adı dönmedir, devşirme değil.
Futbolu futbolun içinden çıkan insanlar mı yönetmeli?
Evet ama onlar önce kendilerini geliştirecekler. Bugün örnek olarak sadece Tugay, Hamit ve Nihat’ı sayabilirim. Yabancı dil bilen, yurtdışı görmüş adam olmalı. Ben haftada 8 saat televizyona çıkıyorum. Bir dakika bile çıkmamam lazım. Ama futbolcular kendilerini geliştirmediği için onların işini ben yapıyorum.

Rijkaard, Del Bosque geliyor. Bu adamların CV’leri 
Türk hocalarınkiyle mukayese edilemez. Ama onları gönderip kurtarıcı olarak hep bir Türk hocaya sarılıyoruz. Bu nasıl bir kimya?

Buradaki şartlara uyum sağlamaları mümkün değil. Burayı ancak buralı anlar. Sneijder geçenlerde, “Şampiyonlar Ligi maçlarında rakiple karşılaştırınca, onlar koşuyor biz yürüyoruz” dedi. Bizde hala
“Dünyanın her yerinde aynı antrenman uygulanıyor” diyen teknik direktörler var. Hadi canım sen de! Cristiano Ronaldo’nun karın kaslarına bir baksana, sende bir tane öyle futbolcu var mı?
Geçtiğimiz sayılarda Jan Wouters da röportajında “Eskiden futbolcuların sadece bacak kası önemliydi. Şimdi sırt, bel, karın, omuz, hepsi önemli” demişti.
Tam bu dediğine uygun bir Hakan Şükür hikayesi vardır. Bir sakatlığı yüzünden İsviçre’ye, o dönemin ünlü antrenörlerinden birinin yanına gidiyor. Biliyorsun çok iyi bakar kendine. Oynadığı dönem en
fit futbolculardan biriydi. Adamlar Hakan’a, “Arka kasların sıfır. Siz Türkler aynada ne görüyorsanız onu çalıştırıyorsunuz. Aynada görmediğiniz hiçbir kası çalıştırmıyorsunuz” diyor. Mevzu budur işte.
Arda Turan da burada oynadığı dönemde kilosu ile eleştiriliyordu. İspanya’ya gitti, bambaşka bir vücuda sahip oldu. 
Arda’yı suçlayamayız ki bunun için, gerek yoksa bırakırsın göbeği.
Sence ülkede taraftar profili değişti mi?
Kaldı mı ki? Sürekli boykot ediliyor. Zaten istenen de bu. Taraftar çekilsin, seyirci gelsin istiyorlar. Bu konuda söyleyebileceğim olumlu tek şey şu: Eskiden fanatizm yüzünden kadın ve çocuklar stada gidemezdi. Şimdi tribün doldurabiliyorlar.
Futbolda son birkaç yıldır, reklam ve sponsor gelirlerinde ciddi bir düşüş var. Bu düşüş bir şirkette olsa, bütün yöneticiler alarma geçer, bir sürü insan işsiz kalır. Ne yapmak lazım?
Mesela Beko kimin formasında var? Barcelona’da var. Sponsor neresi en temizse oraya gidiyor. Eskiden Vefaspor’u tutan arkadaşları vardı babamın. Zamanla onlar kalmadı. Herkes üç büyüklerin etrafında toparlandı. Şimdi Premier Lig’den ya da La Liga’dan takımlar tutuyor insanlar. Çocuklarına onların formasını alan çok aile var. Rekabet artık global. En parlak olan kazanıyor. Almanya da benzer şeyler yaşadı ve çözdü. İtalya da yaşıyor, çözmeye çalışıyor ama ekonomileri çok iyi değil. Çok büyütülecek bir konu değil aslında, bir yılda çözersin. Yeter ki iyi yönet, ekonomisini iyi regüle et, gerekli temizlikleri yap. İyi denetlenmeyen bir sektörde çok para varsa, o para çalınır.
Futbolun ekonomisi için ne diyeceksin?
Devlet elini çeksin, kulüplere hiç para vermesin. Ziraat Bankası, PTT, SporToto çekilsin futboldan. Reel piyasa olsun, finansı serbest bırak. Yabancı sınırlamasını da kaldır. Ondan sonra iki seçenek var. Ya batacaksın, kapatıp gidecek herkes; ya da işte o zaman büyütmek, pazarlamak için uğraşacaklar. Bu sezon Fenerbahçe-Beşiktaş maçı yüzde 40 dolulukla oynandı. Bu ligin en iyi ikinci maçından bahsediyoruz. Sevgililer Günü’nde yüzde 40 dolu olan bir restoran kapanır. Ama futbolda hiçbir şey olmuyor, çünkü devlet süspanse ediyor. Böyle bir sektör olmaz.
Taraftarın küsme sebebi de bahsettiğin temizlik problemi mi, yoksa Passolig tarzı uygulamalar mı?
Passolig tabii ki çok zorlaştırıyor ama sadece o kadar değil. Bizim yöneticiler şunu anlamıyor; Fenerbahçe’nin rakibi Galatasaray değil. Fenerbahçe’nin rakibi stada en yakındaki AVM. Çünkü adamın
elinde 100 lirası var. Hafta sonu maça mı gidecek, yoksa AVM’de mi harcayacak? Bu mantıkla bakarsan, aslında Fenerbahçe ve Galatasaray şirket olarak ortaklar. Ama gel gör ki, bizim yöneticiler hala birbirini yiyor. Senin satman gereken forma falan değil, maç. Mesela Arena Stadı’nda Galatasaray- Fenerbahçe derbisi oynanıyor. Stadda dev iki poster olmalı; Sneijder Diego’ya karşı. Böyle pazarlayacaksın
ürünü. Ama sen daha birbirinin stadına gidemiyorsun, böyle saçmalık olur mu?
Türk futbolunda hiç güzel bir şey yok mu?
Bence son zamanlardaki en güzel şey, Brezilya Milli Takımı’nın alkışlanmasıydı. Artık taraftar güzel oyun oynanmasını istiyor. Böyle söylüyoruz diye hiç bizi milli duygular falan deyip kandırmasınlar. Önce sen giydiğin formanın hakkını ver, milli duygu öyle olur. Benim 5 yaşındaki çocuğum, “Volkan’ı, Burak’ı seyretmek istiyorum” demiyor. Neymar’ı seyretmek istiyor. Çünkü Fatih Hoca’nın da dediği gibi, Neymar 90’ıncı dakikada hala top çalıyor.
TFF’den çalışman için teklif gelse medyayı bırakır mısın?
Şartlara bakarım. Gerçekten işe yarayacak, icraat yapılacak bir pozisyon için isterlerse, kabul ederim.
Sence medya tarafsız mı?
Tabii ki değil ama bence tarafsız olmak pek önemli değil. Önemli olan doğru olmak. Ben Selçuk İnan hakkında nasıl objektif olabilirim ki? Seviyorum çünkü adamı. Ama mümkün olduğunca doğru olmaya, adil davranmaya çalışıyorum. Fenerbahçeliyim ama en çok Fenerbahçeliler nefret ediyor benden.
Yazılarını ya da yorumlarını çok sert eleştirdiklerinde küsüyor musun?
Başlarda bozuluyordum ama artık küsmüyorum. Sadece ben ipin ucunu kaçırdıysam ona üzülüyorum. O zaman da özür diliyorum. Küfür ediyorlar, bakıp geçiyorum. Yeter ki iftira atmasın, tehdit etmesinler. Senin mesleğin, mahallede insanların oturup muhabbetini yaptığı bir şey. “Ne güzel ya, bir de üstüne para alıyor” diyorlar. Gerçekten “ne güzel iş” mi? Güzel iş tabii, şikayet edemem. Zannettikleri kadar kolay değil ama güzel iş. Kızım okula gidiyor mesela, bütün veliler benim kızım olduğunu biliyor. Sürekli oradan bana eleştiri geliyor.
Sana “yeter artık” deyip bu işi ne bıraktırır?
Aslında “2014’de Brezilya Dünya Kupası’na gideceğim ve bırakacağım” diye başladım. Ne Brezilya’ya gidebildim, ne de mesleği bırakabildim. Bir de “Kendime tribünlerde küfür ettirmeyeceğim” diyordum; Quaresma transferi sırasında onu da
yaşadım ve bırakma noktasına geldim. Sonra aklıma Süleyman Seba’ya da bağırdıkları geldi. Şimdi karşılaştığımda Beşiktaşlılar, “Abi sen o zaman haklıydın” diyorlar.
Gazetecilik eğitimi almadın, değil mi?
Hayır, Kamu Yönetimi okudum. Okul bitince beş yıl metin yazarlığı yaptım. O sırada Gazete Pazar çıkıyordu. Melih Şabanoğlu da kreatif direktörümdü. Bana futbol yazısı yazdırdı. İlk yazım spor bölümünün kapağı oldu. O dönem yazı yazmak para ediyordu. Gazete kapanana kadar yazdım. Sonra da gazetecilikten başka bir iş yapmadım.
Yazı yazmayı seviyorsun, hiç roman yazmayı düşündün mü?
Yazdım bir tane, aşk romanıydı ama sildim. Yanlış anlama, yayımlamadım demiyorum; bildiğin bilgisayardan sildim. Çok utandım çünkü, hiç beğenmemiştim.
Çocukluğuna dair hatırladığın en güzel anın ne?
Hepsinde annem var. Çok erken vefat etti. Maddi olarak zor günler geçirdiğimiz bir dönemdi ve yakalandığı hastalık bakım gerektiriyordu. Biz bakamadık. O yüzden hala sorumluluk hissederim, keşke daha iyi bakabilseydik diye.
Mehmet Demirkol kimdir?
Ela’yla Ali’nin babası ve Sedef’in eşi.
Seni ne ağlatır?
Çocuklar ağlatıyor.
Hayattaki en büyük korkun ne?
Ölmek.
Mutfağa merakın olduğunu biliyorum. Aynı zamanda gastro turist misin?
Evet. Geçen yıl sırf yemek yemek için Kopenhag’da dört tane Michelin yıldızlı restorana gittim.
Peki gastroseksüel misin?
O ne oluyor tam olarak?
25-30 yaş üstü, iyi eğitimli, yabancı dil bilen, gittiği yerlerdeki yerel tatları avlayan, pişirmeyi de seven erkek.
Öyleyim demek ki, geçmiş olsun.
Yazdığın bir yazının mı, yoksa pişirdiğin bir yemeğin mi beğenilmesi daha çok hoşuna gider?
İkisi de ama kesinlikle yazmak daha çok keyifli.
Emekli olunca ne yapacaksın?
Kışları San Sebastian, yazları Datça’da olacağım.

Hiç yorum yok: