31 Mart 2010 Çarşamba

Süperclassico: Boca Juniors-River Plate

Galatasaray-Fenerbahçe, Barcelona-Real Madrid, Arsenal-Chelsea, Roma-Lazio, İnter-Milan vs. Daha pek çok maç sayarız bu kalibrede ancak tribün coşkusunun bu kadar üst düzey olduğu maç dünyada yok bence.

Maç çimlerin değil konfetilerin üzerinde oynanıyor resmen.




Tribün coşkusu ne demektir bu daha iyi anlatıyor.

Yolu Avrupa'dan geçen Riquelme ve Almeyda maçın önemli isimleri tabii ki.

Aşırı yağmur nedeni ile ertelenen maç kaldığı yerden devam etti ve Boca 2-0 kazandı...


Boca Juniors: Javier García; Ezequiel Muñoz, Breyner Bonilla (m.67, Julio Barroso), Luiz Alberto, Luciano Monzón; Gary Medel, Jesús Méndez, Matías Giménez (m.77, Cristian Chávez); Juan Román Riquelme; Nicolás Gaitán (m.81, Cristian Erbes), y Martín Palermo.
River Plate: Daniel Vega; Paulo Ferrari (m.70, Daniel Villalva), Alexis Ferrero, Gustavo Cabral, Juan Manuel Díaz; Matías Almeyda, Oscar Ahumada (m.60, Roberto Pereyra), Rodrigo Rojas (m.60, Facundo Affranchino); Marcelo Gallardo; Rogelio Funes Mori y Gustavo Canales.
Goles: 1-0, m.24: Medel. 2-0, m.53: Medel.

30 Mart 2010 Salı

Hafta Arası Futbol...

30 Mart Salı

21.45 Lyon – Bordeaux (EURO FUTBOL)
21.45 Bayern Münich – Manchester United (FUTBOL SMART)


31 Mart Çarşamba

21.45 Arsenal – Barcelona (STAR TV)
21.45 Inter – CSKA Moscow (FUTBOL SMART)


1 Nisan Perşembe

22.05 Benfica – Liverpool (CNN TÜRK)
22.05 Valencia – Atletico Madrid (EURO FUTBOL)
22.05 Hamburg – Standard Liege (FUTBOL SMART)

29 Mart 2010 Pazartesi

Dünden Geriye Kalanlar...

*Her hafta maçlardan çıkan sonuca göre ligin zirvesi tekrar şekilleniyor...Fikstür avantajı 3-4 maç kala konuşulur.11-12 maç varken Şeytan Rıdvan Fenerbahçe için lig bitmiştir,yarış Bursaspor ve Galatasaray arasında geçer diyordu.Dört takımın kalan maçlarına baktığımızda puan ve averajı iyi olan Bursaspor biraz ön planda sadece...Onlarda kendi sahasında öne geçerlerse iyi,skor olarak geri düştüklerinde baskı altında eziliyorlar şu anda.Zirvedeki takımlar düşme korkusu yaşayan takımlarla ve kendi aralarında oynamaya devam edecekler.
*Maça şok bir golle başlayabilirdi Galatasaray.Savunmanın önünde Topal-Sarp-Elano,kanatlarda Keita-Gio Santos ve ileri uçta Jo ile başladı maça Rijkaard.
*Sami Yen'de Alex'in golünü değil iyi oyununu bile hatırlamak zorken,takımı ileriye taşıyacak Tuncay,Anelka stilinde oyuncu bulunmazken ya savunma ya da kalecinin hediyesi ile gol yenirdi ancak.Öyle de oldu.Rakip neredeyse pozisyon değil,hücum girişimi bile yapamadı.
*Selçuk maç primi ile Franco'ya hediye almazsa ayıp eder.Galatasaray maçlarındaki oyunu ve golleri ile klasik oldu.
*Orta üçlü Elano-Ayhan-(Barış-Topal-Sarp'tan biri...) şeklinde olmalı bence...Top kullanma becerisi olan Ayhan aslında.Neill,önündeki Sarp ve Topal topla hiç olumlu pas yapamadığı için kanatlara oyunu açmak zorunda kalıyor.
*Keita maçların tek kamera ile yayınlandığını düşünüyor galiba...Bu kadar yapmacık ve yalancı çoban olunca gerçekten dirsek ya da tekme yediğinde hakemlere inandıramıyor artık.
*Selçuk bile gol attığına arkadaşları ona doğru koşunca inandı.Bu beklenmedik gol sonrası rakip iyice geriye yaslanınca Baros,gerekli koşu yapacağı alanı bulamadı açıkcası.
*Hakemler maçın sonucuna etki etti maalesef...Guiza'ya yanlış kalkan ofsayt bayrağı,Keita ofsaytta iken devam edilen pozisyon,Topal'a çıkan saçma bir sarı kart,en önemlisi maçın son dakikasında Giovani Santos'u Lugano çektiğinde çalınamayan penaltı.(Fenerbahçe'nin sportif direktörü ! Aziz Yıldırım bu hafta lehimize yapılan hatalar diye bir DVD hazırlarsa bu pozisyonu atlamaz umarım.)

*Özhan Canaydın için açılan pankart gecenin en güzel görüntüsüydü.

*Fenerbahçe'nin mevcut kadrosu ile tempolu hücum futbolu oynaması mümkün değil,geride ve ortada kontrollü oyun sonrası Alex'in becerisi ya da rakibin hatası ile gol bulabilirdi,Franco gelen topu iyi bir evsahibi olarak içeri buyur etti diyelim.
*Orta saha bu kadar etkisiz ve pas trafiğinden uzak olunca hücum ihtimali kanatlardan deliciliğe kalıyor.Gio-Keita-Arda'nın getireceği toplar gol potansiyeli oluyor.
*Arda'nın ısınma hareketleri yaparken yere eğilemediğini gördük.İlk 11 de maça başlayamayacak durumda olan bir oyuncunun (Golcü bir forvet olması dışında)18 e alınması bana mantıklı gelmiyor.Ayhan ya da kadroda bile olmayan Emre Çolak daha faydalı olabilirdi.Arda oyuna girince sola geçmesi ve Gio Santos'un ortaya gelmesi onu da etkisizleştirdi.
*Ayhan'ı göbeğe alıp,Santos'u solda bırakmak daha iyi bir alternatifti.Nitekim sakatlığı yüzüne bile yansıyan Arda maça artı bir değer katamadı.
* Zeki biri olmadığını Milli takım ve Fenerbahçe'de defalarca kanıtladı...İyi bir kaleci olma ihtimali var ve zaman zaman o potansiyeli gösteriyor ama adam olma ihtimali sıfır...Arkasına Keita'nın sokamadığı topu kendi sokmaya çalıştı onu da beceremedi ! Milyonlarca kişiden küfür yemekten zevk almak nasıl bir duygudur sormak lazım kendisine.

26 Mart 2010 Cuma

Hafta Sonu Futbol

26 Mart Cuma

20.00 Bursaspor – İstanbul Belediye (LİG TV)
21.30 Bochum – Frankfurt (TRT 3)

27 Mart Cumartesi

16.30 Hearts – Rangers (FUTBOL SMART)
17.00 Chelsea – Aston Villa (SPORMAX)
19.00 Roma – Inter (NTV)
19.00 West Ham – Stoke City (SPORMAX)
19.00 Beşiktaş – Eskişehirspor (LİG TV)
19.30 Bayer Leverkusen – Schalke (TRT 3)
19.30 Bolton – Manchester United (SPORMAX)
21.00 Mallorca – Barcelona (NTVSPOR)
21.00 Palmeiras – Mirassol (SPORMAX)
21.45 Twente – Sparta Rotterdam (FUTBOL SMART)
22.15 Benfica – Braga (EURO FUTBOL)

28 Mart Pazar

14.30 Samsunspor – Altay (D SPOR)
15.30 Ajax – Groningen (FUTBOL SMART)
16.30 Hoffenheim – Freiburg (TRT 3)
18.00 PSG – Boulogne (KANAL A)
18.00 Liverpool – Sunderland (SPORMAX)
18.30 Mönchengladbach – Hamburg (TRT 3)
19.00 Galatasaray-Fenerbahçe (LİG TV) Haftanın maçı...
22.00 Lille – Montpellier (KANAL A)
22.00 Corinthians – Sao Paulo (SPORMAX)
22.00 Real Madrid – Atletico Madrid (NTVSPOR)

29 Mart Pazartesi

20.00 Karşıyaka – Karabük (D SPOR)
20.00 Kayserispor – Trabzonspor (LİG TV)
21.45 Newcastle – Nottingham Forest (FUTBOL SMART)
22.00 Manchester City – Wigan (SPORMAX)

25 Mart 2010 Perşembe

Barcelona'dan Galatasaray'a Rijkaard...

Uğur Meleke,Milliyet'teki yazısında yine harika bir değerlendirme yapmış.Galatasaray'da Rijkaard'ın bu sezon yapmak isteyip de yapamadıkları ile ilgili,okumayanlara tavsiye ederim...
80’li-90’lı yılların önemli kanat oyuncularından Chris Waddle, İngiltere-Mısır maçının ardından Theo Walcott için “O, bir türlü futbolu öğrenemiyor” yorumu yapmış: “Walcott topu ayağına aldığında doğru kararları veremiyor, nereye koşacağını kestiremiyor, ne zaman defansın üstüne gideceğini/ne zaman verkaç yapacağını bilmiyor. Herkes onun genç olduğunu söyleyip duruyor ama Rooney de Fabregas da onun yaşındayken futbolu pekâlâ öğrenmişlerdi”20 yıl önce Walcott’un bölgesinde oynamış, onun kanatta yapması gerekenleri de başarıyla yapmış Waddle’ın samimi eleştirilerini okuyunca, zihnim beni 2 hafta önceki G.Saray-Eskişehir maçına götürdü.Maçın 19’uncu dakikasıydı... Galatasaray kendi yarı sahasında pas yaparak oyunu ileriye taşımaya çalışıyordu, top da defansın göbeğinde Servet’in ayağındaydı. O sırada orta sahanın yakınlarında, sol taç çizgisi kenarında olan Elano boştu, iki kolunu da havaya kaldırarak top istedi. Onun hemen arkasındaki Neeskens de Servet’e aynı yeri işaret etti. Servet, rahat durumdaki Elano’yu gördü, topu ona doğru yollamaya çalıştı.Ama olmadı... Top Elano’nun 4-5 metre uzağından geçerek arkadaki Neeskens’i buldu. Hollandalı futbol efsanesi, kösele ayakkabılarının üstüyle kusursuz bir stop yaptı. Topu oracıkta bıraktı, arkasını döndü ve kulübeye doğru yürürken Rijkaard’la göz göze geldi. Muhtemelen Rijkaard-Neeskens ikilisinin o dakikada Servet hakkında düşündükleri, Waddle’ın Walcott için söylediklerine benziyordu.* * *Rijkaard da aşağı yukarı Chris Waddle’ın yaşlarında... Waddle’ın 80’li-90’lı yıllarda yaptığı ve Walcott’un bugün yapamadığı işlerin bir benzeri de Rijkaard-Servet düzleminde yaşanıyor. Herkes Rijkaard’ı Milan’daki orta saha günlerinden hatırlıyor, ama Hollandalı Hoca’nın kariyerinin büyük bölümü Ajax’ta stoper oynayarak geçti. Futbolu, 1995’te 33 yaşındayken Ajax’ın Şampiyonlar Ligi şampiyonu stoperi olarak bıraktı. Bugün Servet’in topu her kötü stopunda, her yanlış çalım denemesinde, her hatalı pasında muhtemelen Rijkaard da aynı şeyleri düşünüyor: “Servet çok iyi bir kesici, çok yürekli ve çok çalışkan ama top kullanma konusunda kendini bir adım ileriye götüremiyor.” Zaten Rijkaard’ın sürpriz bir kararla Trabzon maçına Emre Güngör’le başlamasının altında da büyük bir ihtimalle bu gerçek yatıyor. Ama Emre’nin de Galatasaray’daki iki buçuk sezonunda top kullanma konusunda çok ilerlediğini söylemek güç...* * *Oysa Rijkaard’ın 2003-2008 arasında bugünün Barcelona’sının temellerini atarken yaptığı en önemli değişim, sahadaki 10 oyuncunun tamamının başarıyla katıldığı bir pas trafiğiydi. Daha ikinci sezonunda Oleguer’in yerine Marquez’i defansın göbeğine monte etme nedeni buydu. Beklerde yetenekli Belletti ve Van Bronckhorst’un oynamasının, Iniesta’nın 20 yaşındayken ilk 11’e girmesinin nedeni de... Eğer Çigrinskiy beklenen çıkışı yapabilse, kariyerine kötü bir Sevilla gecesi kaydetmeseydi; Guardiola’nın Puyol'un formasını ağır ağır Ukraynalı oyuncuya devretmeyi düşünmesinin sebebi de aynı düşünceydi: Sahanın her metresini pasla geçebilme düşüncesi...Belli ki Galatasaray’ın elindeki oyuncu listesi bu düşünceye bire bir uymuyor. Yaz döneminde Hollandalı Hoca’nın transfer marketinde bir yetenekli stoper, bir de top kullanabilen orta saha oyuncusu arayacağı muhakkak. Eğer Rijkaard, aradığı iki yeni Rijkaard’ı bulabilir, Galatasaray gelecek sezon hemen her metreyi pasla geçebilecek bir oyuncu listesine sahip olursa; o zaman belki sezonun en kritik maçında 1-0 mağlupken 90 dakikayı sadece 1 oyuncu değişikliğiyle tamamlamaz, daha fazla müdahale edebilir oyuna...

23 Mart 2010 Salı

Süper Lig 26.Hafta...


Sondan Bir Önceki Mohikan Gitti...

Türk futbolunun son Mohikanı Süleyman Seba'dır artık...(Sağlıklı nice seneler dilerim kendisine...)Hasan Doğan vefat ettiğinde ''Bu onunla ilgili ilk yazım ve ne tuhaftır ki ölümü ile ilgili'' diye yazmıştım.İki senedir yani blog açıldığından beri 2244 post girmiş,Harry Kewell için 58 post girmişken Özhan Canaydın ile ilgili ilk yazıyı yazmam da benim ayıbım olsun.Hayatını mecazi anlamda değil gerçekten Galatasaray'a adamış,çok farklı bir insan ayrıldı bu dünyadan.Galatasaray liseli olması,Galatasaraylı olmasının önüne geçiyor diye eleştiriler alırdı çoğu zaman.Bu topraklarda genelde rakibi aşağılayan,küçümseyen,yağmasa da gürleyen,atıp tutan insan daha çok sevilir.Sportmen ruhu,rakibe saygısı eşsizdi.Milyonlarca taraftarı olan bir camiaya Başkanlık ederken elbette seveniniz kadar olmasa da sevmeyeniniz de olur.Ancak istisnasız herkes ona saygı duyardı.Ezeli rakibin sahasında alınan 6-0 lık ağır yenilgide dahi rakibin golünü alkışlayan,karşısındakinin elini sıkan bambaşka biriydi kuşkusuz.Bu kadar mesafeli olup bir o kadar da babacan olan kimse kalmadı galiba futbolumuzda.Onu tanıyan herkesin Özhan Ağabeyiydi.Keşke Aslantepe'de bir maç izleseydi diye düşünüyor insan.Galatasaray'ı işinden,eşinden,servetinden daha çok önemsediği dönemler hastalığına sebeb oldu belki de.Artık hepsi geride kaldı...Ne demişti şair,''Ölüm Allahın emri şu ayrılık olmasa...''

22 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Arası Futbol

24 Mart Çarşamba

20.00 Fenerbahçe – Manisaspor (TRT 1)
21.00 Barcelona – Osasuna (NTVSPOR)
21.30 Schalke – Bayern Münich (KANAL A )
21.45 Manchester City – Everton (SPORMAX – Dönüşümlü)
21.45 Portsmouth – Chelsea (SPORMAX – Dönüşümlü)

25 Mart Perşembe

20.00 Trabzonspor – Antalyaspor (TRT 1 )
21.00 Getafe – Real Madrid (NTVSPOR)

20 Mart 2010 Cumartesi

UEFA Avrupa Ligi Eşleşmeler...

Fulham - Wolfsburg
Hamburg - Standart Liege
Valencia - Atletico Madrid
Benfica - Liverpool

CL de iki Fransız takımından sonra Avrupa Liginde de iki İspanyol takımı eşleşti...Yarı final tahminlerim;Fulham-Hamburg-A.Madrid-Liverpool...

19 Mart 2010 Cuma

Hayat Fena Halde Futbola Benzer...

''Ölene kadar Arsenal taraftarı olacağım. Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona'nın Arsenal ile eşleşmesi durumunda neler hissedeceğimi sorarsanız, böyle bir durumun gerçekleşmesini hayal bile etmek istemiyorum. Umarım böyle bir şey gerçekleşmez"

Arsenal-Barcelona...

CL Çeyrek Final Eşleşmeleri...

Yolun sonunda yine Barcelona-M.United finali muhtemel...Barcelona-İnter-Lyon-M.United yarı final favorilerim.Mourinho Barcelona'yı eleyip,Madrid'te CL finaline çıkarsa seneye Real Madrid'in başına kesin geçer bence.F.Perez dünyayı istese verir zaten.Jose Mourinho'da üç büyük ligde takım çalıştırıp şampiyon olma hayali var.Chelsea,İnter sonrası Real Madrid...Futbolun matematiği işliyor bir şekilde.(Beş büyük lig İngiltere-İspanya-İtalya-Almanya-Fransa ) Yarı final takımları bu liglerden gelecek büyük ihtimalle. Bu arada Barcelona-M.United finale kalırsa THY çok sağlam reklam yapar...Slogan benden gelsin...''Bizimle uçun,Şampiyonlar ligi finaline indirelim...''

Arda Turan # 10

Spor mağazalarında biz,Beckham,Ronaldo,Messi'ye bakardık.Artık İngiltere'deki Nike mağazasında Arda içinde bir köşe var...

Murphy Yasası İşlemiş...

''Eşimle evliliğimizin ilk yıllarında sürekli bana küçük notlar yazardı. Bu notları da maç çantama, cebime koyar öyle giderdim maçlara. Yine bir süper lig maçında bir pozisyonda oyuncuya yaptığı hareketten dolayı sarı kart göstermek için elimi cebime attım. Sarı kartla birlikte bir not cebimden fırlayarak döne döne yere düştü. Futbolcu ve benim bakışlarım arasında kağıdın yazılı yüzü yerde okunacak şekilde yukarıda kaldı. Kağıtta -Seni çok seviyorum- yazıyordu. futbolcu bana döndü ve: -Hocam ben de seni çok seviyorum dedi".

Murphy Yasası:Bir işin ters gitme olasılığı varsa ters gider...Reçelli ekmek yere düştüğünde reçelli kısmı üzerine düşer !

Lincoln Bildiğimiz Gibi...

Brezilya'da daha arıza çıkartmaya başmadı ama...

Lincoln bildiğimiz Lincoln...

Küçük sakatlıklar,no look paslar,goller aynı...

Değişmeyen tek şey siyah kramponları.

UEFA Son Sekiz Takım

Fulham (1) 4 - 1 (3) Juventus
Marsilya (1) 1 - 2 (1) Benfica
Standard Liège (3) 1 - 0 (1) Panathinaikos
Werder Bremen (1) 4 - 4 (1) Valencia
Anderlecht (1) 4 - 3 (3) Hamburger Sv
Liverpool (0) 3 - 0 (1) Lille
Sporting Lizbon (0) 2 - 2 (0) Atletico Madrid
Wolfsburg (1) 2 - 1 (1) Rubin Kazan

Parantez içindekiler ilk maç skorları...Liverpool ismi ile ön plana çıksa da kalan tüm takımlar kupada finale yürüyecek potansiyele sahip.

18 Mart 2010 Perşembe

Hafta Sonu Futbol

19 Mart Cuma

20.00 Kasımpaşa – Beşiktaş (LİG TV)
21.30 Köln – Mönchengladbach (TRT 3)

20 Mart Cumartesi

13.30 Bucaspor – Karabük (D SPOR)
16.30 Frankfurt – Bayern Münich (TRT 3)
17.00 Stoke City – Tottenham (SPORMAX)
19.00 Fenerbahçe – Gaziantepspor (LİG TV)
19.30 Arsenal – West Ham (SPORMAX)
19.30 Dortmund – Bayer Leverkusen (TRT 3)
20.45 PSV – Twente (FUTBOL SMART)
21.00 Real Madrid – Sporting Gijon (NTVSPOR)
22.00 Lens – Sochaux (KANAL A)

21 Mart Pazar

13.00 Zenit – Spartak Moscow (SPORMAX)
13.30 Altay – Adanaspor (D SPOR)
15.30 Manchester United – Liverpool (SPORMAX)
16.00 Milan – Napoli (NTVSPOR)
16.30 Hamburg – Schalke (TRT 3)
17.00 Fulham – Manchester City (SPORMAX)
18.00 Blackburn – Chelsea (SPORMAX)
18.00 Bordeaux – Lille (KANAL A)
18.30 Wolfsburg – Hertha Berlin (TRT 3)
19.00 Trabzonspor – Galatasaray (LİG TV)
20.00 Boca Juniors – River Plate (NTVSPOR) Haftanın maçı...
22.00 Zaragoza – Barcelona (NTVSPOR)
22.00 Marsilya – Lyon (KANAL A)

22 Mart Pazartesi

20.00 Bursaspor – Denizlispor (LİG TV)
20.00 Konyaspor – Çaykur Rizespor (D SPOR)

CL Son Sekiz Takım...

Manchester United – CSKA Moskova-Bayern Münih – Lyon-Barcelona – Bordeaux-Inter – Arsenal...Çeyrek final öncesi kalan sekiz takım bunlar.Premier lig 2 takım ile son sekizde.Geçen sene UEFA da Galatasaray'ın elediği Bordeaux bu sezon CL de yoluna devam ediyor.Bu sezon Beşiktaş'ın grupta 4 puan ! alırız dediği CSKA da çeyrek finale kalan takımlar arasında.M.United-İnter ve Barcelona üçlüsünden ikisi Madrid'te final oynar ötesini bilmem...

17 Mart 2010 Çarşamba

Florya'dan...


Ne iş olsa yaparım...

İstanbul'da yaşayanlar şanslı,takımın idmanını izleme fırsatları var.


Forma imzalatmayı hiç anlamam...Üzerine giyeceğin formanın imzalı olması çok mantıklı gelmiyor bana.

Süper Lig 25.Hafta

Kazanan Değişmedi...JM

''Ada'daki dört büyüğe baktığımda Chelsea'de olduğum yıllarda rakip olduğumuz Sir Alex Ferguson, Arsene Wenger ve Rafa Benitez hala takımlarının başındalar. Chelsea'nin başında hala olabilmek çin gereğinden çok daha fazlasını yaptım. Hala Chelsea'nin başında olabilirdim. Ama artık geleceğe bakacağız. Chelsea'de hiç kimseyle bir sorunum yok, çok iyi ilişkilerimiz var. Bugün yapacağımız maç sadece Şampiyonlar Ligi'nde bir çeyrek final mücadelesi benim için, hepsi o.
Bugün kazanırsak kendimi tutacağım çünkü Chelsea 3,5 yıl görev aldığım takım. Oradaki o büyük oyuncular bana çok büyük zaferler yarattılar. Ama bu kazanmayı istemediğim anlamına gelmesin. İlk maçı 7 kez izledim, ileri geri sararak. Kazanmak için gerekli motivasyona fazlasıyla sahibim"


Demişti maç öncesinde...Ve söylediği ve maçın önemini vurgulayan bir cümlesi vardı.''Herkes benim Stamford Bridge'de yenilmeyeceğimi biliyor'' Maç taktik savaşına döndü ve kazanan yine Mourinho oldu.

Yanlış hatırlamıyorsam Mourinho'yu CL de en son Rijkaard'ın Barcelona'sı yenmişti.

"Benim için önemli olan Chelsea'nin rakibimiz olması değil. Kafamdaki tek düşünce çeyrek finale çıkmamız. Inter, uzun yıllardır bu kupayı kaldıramıyor. Tek isteğim bunu başaran teknik adam olmak. Chelsea taraftarlarına, oyuncularına ya da yönetimine hiçbir şey kanıtlamak zorunda değilim."

Drogba'nın atılması giden turun habercisi oldu...Jose Mourinho'nun Alman asıllı olduğunu düşünüyorum...Futbol 22 kişinin oynadığı ve sonunda Mourinho'nun takımının kazandığı bir oyun haline geldi yıllardır.

16 Mart 2010 Salı

Simon Kuper'in Kaleminden Guus Hiddink

Guus Hiddink’in Marmara kıyısındaki yüzme havuzlu ve tenis kortlu evine taşınmasının üzerinden 20 yıl geçti. Hollandalı teknik adam, biyografisini kaleme alan Frans van den Nieuwenhof’a, o günleri anarken ‘’Alışmanın zaman aldığını söylemeliyim’’ demişti.‘’Muhteşemdi, dört adayı gören bir manzaram vardı. Ama yalnızdım.’’ Karısı ve çocukları, ölmek üzere olan köpekleriyle son ayları beraber geçirmek üzere Hollanda’da kalmıştı. ‘’İstanbul’da birçok yalnız akşam yaşadım’’ diyordu Hiddink. ‘’Havuz ya da lüks mutfaklar benim için fark etmiyordu.’’ Akşamları Fenerbahçe’nin eski futbolcularıyla gece saat 1’e kadar devam eden halı saha maçlarında geçiriyordu. ‘’Fantastikti. Eski futbolcular ve başkandan bahçıvanla mutfak görevlisine kadar herkes oynuyordu. Türkler birbirlerine dostça davranıyordu. Her şeye rağmen orada güzel vakit geçirdim.’’Şimdi geri döndü. Bu, 63 yaşındaki teknik adamın muhtemelen son işi olacak. Dünyanın her tarafından yağan ve Liverpool ile Juventus’u da içerdiği söylenen teklifler arasından Türkiye’yi seçti. Sebebi kısmen hem onun, hem de kız arkadaşının güzel şehirlere bayılması. Marjinal futbol ülkelerini dönüştürmek onun uzmanlık alanı ve dünyadaki tüm marjinal futbol ülkelerinin arasında Hiddink, muhtemelen potansiyeli en yüksek ülke olarak Türkiye’yi düşünüyor.Hiddink, II. Dünya Savaşı’ndaki Direniş Hareketi’nde kahramanlık göstermiş, öğretmen bir babanın altı oğlundan biriydi. İkisi daha sonra profesyonel futbolculuğu seçen erkek çocuklarla büyümek, onu sporcular arasında geçecek uzun bir yaşama hazırladı. ‘’Paylaşmayı, dinlemeyi ve iletişim kurmayı böyle öğrendim’’ diyor. Hiddink’in doğuştan gelen arkadaşça tavırları var. Sizi kutlarken omuzlarınızdan sararak kutluyor, hem anlatmaya hem de başkalarının öykülerini dinlemeye heves duyuyor. Erkekler arasında sağlam ve huzur verici bir tavır sergilese de, kadınları daha egoztik buluyor (Güney Kore’yi çalıştırırken, sevgilisi ile beraber yaşaması birçok Koreli için aşırıya kaçmaktı.)Hollandalı, inek sağarak, iki atın arkasında çift sürerek ve nihayetinde bir çiftçi olma hayali kurarak büyüdü. Ama Hollanda tarımı can çekişiyordu, o da teknik direktör oldu. Henüz 19 yaşındayken yaşadığı Arcterhoek kasabasının yarı profesyonel kulübü De Graafschap’ta teknik asistanlık işi aldı. Babası da orada oynamıştı. Bir yandan da öğrenme güçlüğü çeken çocuklara jimnastik dersi vererek para kazanıyordu. Sonra alışılmadık bir kariyer adamı atarak teknik adamlıktan oyunculuğa geçti. Takımın teknik direktörü, genç asistanındaki yeteneği görmüştü. Böylece yakışıklı, yuvarlak yüzlü, dalgalı saçlı oyun kurucunun 16 yıllık kariyeri başladı. ‘’Topu nereye isterseniz, oraya atardım’’ diyordu Hiddink.Ama maalesef tembeldi ve ayakları üst düzey futbol için çok yavaştı. Bu yüzden, Hollanda’nın en büyük kulüplerinden PSV Eindhoven’a transferi gerçekleşse de kısa sürdü. De Graafschap onu geri getirmek isteyince, maliyeti karşılamak için taraftarlar arasında ‘’Guus için bir onluk’’ adında bir kampanya başladı. Takımın futbol sahasının girişindeki süt kovalarını yeterince on gulden doldurunca transfer parası da çıktı. Ama sonraları Hiddink, ne zaman kötü oynasa, ‘’Onluğumuzu geri ver’’ diye tezahüratlar yapılacaktı.Hiddink’in harika bir futbolculuk kariyeri olmadı; fakat total futbolun altın çağında hazır bulundu. Onun jenerasyonundaki Hollandalı oyuncular (kendilerini ifade etmekte başarılı, büyük kişilerdi) iki Dünya Kupası Finali oynadı. Herhangi bir ufak ülkenin ulaştığı en görkemli futbol devri olan bu günler, Hiddink’i de şekillendirdi. Pragmatik biri olmasına rağmen her zaman Felemenk usulüne inancını korudu: Düşünen oyuncular, organizasyon ve atak. 1984’te PSV Eindhoven’da teknik direktör yardımcılığına başladı. Bu işi, başındaki teknik adamın kovulması için üç yıl bekledikten sonra ancak almıştı. Ertesi yıl taşra kulübüne UEFA’yı kazandırdı. O zamanlar heybetli bir bıyık bırakan Hiddink’in statüsü çoğu oyuncunun gerisindeydi. Ama kendi ifadesiyle, ‘’küçük bir ego sahip’’ akıllı bir adam olduğu için bunu sorun etmedi.Yıldız oyuncularıyla sigara içti, şakalaştı ve bir ağabey misali onların sorunlarını dinledi. Hollanda usulüne uygun olarak Hiddink, oyuncunun gücüne saygı duyuyordu. Bu düsturuyla gittiği her yerde, insanların ona saygı duymadığı zamanlarda bile kazandı. 2008 yazında Rusya’yı Avrupa Kupası Yarı Finali’ne çıkarttığında, takımı Rusya, bağımsızlığını kazandığından beri en iyi futbolunu oynuyordu. 2006 Dünya Kupası’nda çalıştırdığı Avustralya ile 2002 Dünya Kupası’nda yönettiği Güney Kore, tarihlerinin en üst düzey futboluna onunla ulaştı. Hollanda’da yönettiği PSV Eindhoven’la altı lig şampiyonluğu, bir de UEFA Kupası kazandı. Kısacası Hiddink bilen bir adam. Bu bildiği her neyse, onu bu yolu yürürken öğrendi. Üstelik teknik adamlık kariyerinin ilk yıllarında Türkiye ve İspanya’da 1996 Avrupa Kupası’nda ise Hollanda’nın başında (o dönem zor oyuncu Edgar Davids’le utandırıcı bir tartışma yaşamıştı) başarısızlığı da tattı.Milyoner futbolcuların küresel yıldız olduğu modern futbolda, Hiddink bir teknik adamın otoriter bir diktatör gibi davranamayacağını çabuk fark etmişti. Kendini Hollandaca, İspanyolca ve İngilizce de rahatlıkla ifade edebilen Hiddink, oyuncularını nasıl mutlu ve bir bütünün parçası kılacağını biliyordu. PSV’nin 1990’ların başındaki en büyük yıldızı Romario, onun için iyi bir deneyimdi. PSV’li bazı oyuncular, zamparalığa ve uykuya düşkün Brezilyalının takımın bütünü için çok çalışmadığından yakınıyorlardı.Hiddink, Romario’yu –onun da isteğiyle- onu suçlayanların karşı tarafta yer aldığı dörde dört bir maçta oynattı. Üzerinden çok da zaman geçmemiş olan karlı bir Amsterdam akşamında yemek yerken, ‘’Dörde dörtte saklanamazsınız’’ demişti. Romario defansa geçti; takımının kazandığı maçta sert ve yıpratıcı bir oyun çıkarttı. Sonra da az çalışma meselesinin kapandığını gördü. Hiddink daha sonra şöyle diyecekti: ‘’Dışarıdan konuşanlar, ‘Takımınıza zor tipler koymayın, bela çıkartırlar’ der. Bence onlara ihtiyaç vardır. Onlar gibiler sürekli daha fazlasını ister. En üst seviyede ne gerektiğini içgüdüsel olarak bilirler. Üstelik bir teknik adam da diğerlerini uyanık tutmak için, bu tiplerle çok kolay çatışma üretebilirler.’’

1995’te Hollanda’nın başına geçti. Bu, üst düzey bir isim için bile bir grup dinamiği sayılabilirdi. Siyah oyuncular, onun yalnızca beyaz oyuncularla konuşmasından şikâyetçiydi. 1996 Avrupa Kupası’nda, bir fotoğrafçı Hollanda takımının öğle yemeğindeki ilginç bir karesini yakaladı: Bütün siyahlar bir masada, beyazlar öbüründeydi. Turnuva devam ederken, siyah oyuncu Edgar Davids televizyona Hiddink’in ‘’kafasını diğer oyuncuların kıçından kaldırması’’ gerektiğini söyledi. Teknik adam da onu evine yolladı. Yetenekli Hollanda takımıysa turnuvaya erken veda etti.Bu olay, Hiddink’e bir teknik direktörün takımın yaşamının her anını takip etmesi gerektiğini öğretti. Örneğin; siyahlar, aşçıların Hollanda Karayipleri yemeklerinden hiç pişirmediği şikâyetinde bulunmuştu. 1996’dan sonra pişirdiler. Takımdaki hiyerarşik meseleler hakkında çok dikkatli olmak gerektiğini de öğrenmişti. 1998 Dünya Kupası öncesinde doğal bir diplomat olan melez Frank Rijkaard’ı asistanlığına getirdi. Her yemekte siyah ve beyazların beraber oturmasını sağlayacak masa planları hazırladı. Oyuncularına bir davranış kuralları belgesi imzalattı. Davids’i de turnuvaya çağırdı. ‘’Bir teknik adam asla inatçı olmamalıdır’’ diyordu. Davids, o turnuvadaki muhteşem Hollanda takımının içinde çok iyi oynadı. Oyuncular o kadar iyi geçiniyordu ki, Hiddink herkesi tetikte tutmak için gerginlikler icat ediyordu: Örneğin golcü Jimmy Floyd Hasselbaink öğle yemeğine başında bir beyzbol kepiyle indiğinde, o kepi kafasına vurarak çıkarttı.Hollanda’nın mutlu takımı, Kupa’da yarı finale kadar yükseldi. Turnuvadan kısa bir süre sonra, hırsının azaldığını kendisi de kabul ediyordu. Hiçbir zaman çalışma delisi olmayan köylü çocuk kendini ispatlamıştı. Golfe merak sardı, futbol giderek bir hobi hâline geliyordu. Ara vermişti ama 2001’de 18 ay sonra Dünya Kupası’nı organize edecek Güney Kore’nin hocası olarak ortaya çıktı. Kore bu turnuvada daha önce birkaç defa oynamış ama hiç maç kazanamamıştı. Kore’deki işi, her şeyden önce psikolojikti. O günlerde Kore Futbolu’nda, bir oyuncu ne kadar yaşlıysa konumu o kadar yüksekti. Yemeklerde önce yaşlılar oturuyor, gençler bekliyordu. Hollandalı futbolcuların çok konuşmasına rağmen, Koreliler suskundu. ‘’Belki dalkavukluk denemez ama’’ diye açıklamıştı bana Hiddink bir defasında, ‘’şöyle bir durumları vardı: ‘kumandan söylesin, onu kabul ederiz.’ Yani takımı gerçekten olgunlaştırmak için bir adım daha atmak zorunda kalıyorsunuz. Kenarda otururken, gücüm birkaç değişiklikle ve devre arasında bir şeyler yapmakla sınırlı. Bu yüzden takımı çekip çevirecek oyunculara ihtiyacınız var.

Sonraları Avustralya ve Rusya’yla yaşananlar da aynıydı: ‘’Hiddink, kendi gücünü bilen, düşünen Hollandalı oyuncular istiyordu. Maç sırasında orta sahaya çıkması gerektiğini gören santrhaf, birkaç metre geri koşmayı akıl eden bir golcü… Merak uyandıran hakem kararlarının da yardımıyla Hiddink, Kore’yi Yarı Final’e çıkardı. Sonrasında ülkenin başkanlığına adaylığını koymasını teklif edenler oldu. Korece yayımlanan otobiyografisi, piyasada 16 ayrı Hiddink biyografisi bulunmasına rağmen yarım milyon sattı. Koreliler, Hiddink’in memleketine akın etti.2006 Dünya Kupası öncesinde Hollandalıya teklif yarışını Avustralya kazandı. Hâlihazırda PSV’yi çalıştırıyordu, ama bu bir problem yaratmadı. Sıkıcı idmanları ve bazen maçları asistanlarına teslim etmekten hep memnuniyet duyan Hiddink, iki takımı da part-time çalıştırmaya başladı. Bir teknik adamın birbirinden bu kadar uzak iki takımı aynı anda yönettiği görülmemiştir. Avustralya’yı çalıştırmak Hiddink’i alıştığı futbol sirkinden uzaklaşmak anlamına geliyordu. Hollanda’da takımı kampa alındığında onu sadece vatandaşı birkaç gazeteciyle sırt çantalı birkaç gezgin takip ediyordu. Avustralyalı gazetecilerse hiç görünmüyordu. Hiddink, Avustralya’daki spor kültürüne hayran olmakla beraber, onların tarzına eleştirel yaklaşıyordu. Yeni takımıyla ilk idmanına çıktıktan yarım saat sonra oyuncularını durdurdu. Çünkü oyuncular, birbirlerine sürekli, ‘’Hadi Emmo’’, ‘’Tut topu Johnno’’, ‘’Haydi haydi’’ diye bağırıp duruyorlardı. ‘’S..tirler’’ havada uçuşuyordu.Hiddink onlardan sadece bir takım arkadaşları zora girdiğinde ve yönlendirmeye ihtiyacı olduğunda bağırmalarını istedi. Bu herkesin oyun görüşünü geliştirecekti. İdmanın devamında neredeyse hiç ses çıkmadı. Teknik adam, Hollandalı gazetecilere daha sonra şunları anlatacaktı: ‘’Sarf edilen emekle oyun zekâsı arasında hiç denge yok. Avustralya’da insanlar hep güçlerinin tamamını sergiliyor; ama maalesef bazen taktik disiplin atlanıyor.’’ Kimi zaman yapılandan daha azını yapmayı öğrenmeniz gerekir. Avustralyalılar top neredeyse oraya koşuyorlardı. Hiddink futbolcularına belli bölgelere koşmayı yasakladı. Bana, ‘’adanmışlığınız çok yüksekse, stratejik bakışı çoğu zaman kaybedersiniz’’ demişti. Ona göre; doğru şeyi yapmak, her zaman çok şey yapmaktan daha iyiydi. Güney Kore gibi, Avustralya’da Dünya Kupası’nda daha önce hiç maç kazanamamıştı. Hiddink onları ikinci tura çıkarttı. Çeyrek finale giden maçta İtalya’ya ancak son dakika penaltısıyla kaybettiler.

2006’dan sonra Hiddink, dünyadaki her teknik direktörlük işini seçebilirdi. Ama bir kulüp takımı istemedi. Rus Oligark Roman Abramovic’in Chelseasi’ni bile. En büyük ve en kazançlı işi, yani İngiltere Milli Takımı’nı çalıştırmayı da seçmedi. Herhangi bir İngiliz adaydan daha iyi bir CV’si, herhangi bir yabancıdan da daha iyi bir İngilizcesi vardı. Multimilyoner, yorgun futbolcular ve zor karakterlerle baş etmek için psikolojik deneyimi de bulunuyordu. Golcü Wayne Rooney, onun için çocuk oyuncağıydı. Ne var ki, çoğumuz gibi, onun da İngiltere’nin saldırgan tabloid gazetelerinin deşmesini istemediği bir aile problemi bulunuyordu. Bu yüzden vazgeçti.Abramovic, bu kozmopolit dostuyla buluşup kahve içmek için Eindhoven’a uçma alışkanlığı geliştirmişti. Hiddink, gerçekte onun kişisel futbol danışmanı hâline gelmişti. Abramovic, onu sonunda Rusya’nın başına geçmeye ikna etti. Görevi sadece bir takımı yönetmek değil, Rus futbolunu, özellikle de genç takımları yeniden organize etmekti. Rusya, bu şekilde potansiyeli kullanabilecekti. Hiddink, Hollanda geleneğine uyarak, genç futbolcuları takıma çağırdı. Güney Kore’de gözlemlediği sorunların benzeri burada da yaşanıyordu. Futbolcular, Sovyetler Birliği’nin ‘’ben sadece burada çalışırım’’ mantığına uygun davranıyor, risk almıyordu.Jiplerini çalan mafyadan korktukları gibi hocalarından da geleneksel olarak korkuyorlardı. Kimsenin kendilerine bağırmasını istemediklerinden, hata yapmamak için ya yana ya da arkaya, birbirlerinin ayağına pas atıyorlardı. Sahada ‘’zaorganizovonnost’’ yani aşırı organizasyon vardı. Hiddink futbolcularından kendileri adına düşünmelerini, daha renkli paslar atmalarını ve onlara söylenmeden yeni pozisyonlar almalarını istedi. Paslar ileriye gitmeye başladı. Hollandalı teknik adam, gergin oyuncuları için yeni bir çalışma rutini de geliştirdi. Herkes bir topu yere düşürmeden dengede tutmak zorundaydı. Düşüren sırtına topu yiyordu. Oyuncular gülmeye başladı. ‘’Football Dynamo: Modern Russia and the People’s Game’’ isimli kitabın yazarı Mare Bennets, ‘’Sanki Marksizim-Leninizm’i onların içinden çıkardı’’ diyor.
Hiddink, adeti olduğu üzere, oyuncularını motive etmek için hiyerarşiyi sarstı. Oyuncuların daha fazla çalışmasını da sağladı. Çünkü yeterince sağlam değillerdi. Kısacası, en iyi Batı ülkelerinden en modern metotları Rusya’ya sundu. Rusya’nın geleneksel defans oyunu, Felemenk usulüne dönmeye başladı; bununla beraber çalıştırdığı Rusya hep kazanmıyordu. Ama Wembley’de İngiltere’ye 3-0 mağlup olduklarında Abramovic’ten bir mesaj aldı. Oligark, takımın oyununu hiç bu kadar beğenmediğini söylüyordu. Rusların oyunu gelişiyordu. 2008’deki Avrupa Kupası Çeyrek Finali’nde Rusya’nın Hiddink’in memleketi Hollanda’yı 4-1’le devirmesi, daha önce hiç rastlanmayan bir şeyin görülmesini sağladı: Rus futbolcular, eğleniyordu. Maç sonrasında yıldız golcü Andrei Arshavin, ‘’bilge bir Hollandalı’’ hakkında bir şeyler mırıldandı ve ağlamaya başladı.Rusya, eğlenerek oynama konusunda örnek olaydır. Bu durum oyuncusuna inanan Hiddink’in, onlara hata yapma fırsatı vermesinden, bir anlamda kendilerini ifade etme özgürlüğü vermesinden kaynaklanıyor. Teknik adam, bana bir defasında PSV’nin İsviçreli genç umudu Johan Vonlanthen’i anlatmıştı. Futbolcu kazanmak konusunda o kadar takıntılıydı ki, idmanlarda bile aşırı konsantre oluyordu. Hiddink ise, futbolcusuna ‘’Binlerce hata yapmana izin veririm ama senin sahada güldüğünü görmek istiyorum’’ demişti. Hiddink hatadan fazlasına da izin veriyor ama bazen oyunculara bunu anlatmak zor. Fenerbahçe’de görev yaptığı dönemdeki futbol anlayışını, ‘’Hoca’ya karşı çıkmaya izin verilmezdi’’ diye anlatıyor. ‘’İdmanda maça katılırsam, bir oyuncunun bana vurmasına ses çıkarmazdım. Ama ilk haftalarda etrafım hep boş oluyordu, çünkü herkes metrelerce ötemde oynuyordu. Sonunda biri beni tekmelemeye cesaret etti ve hemen kıpkırmızı oldu.’’
Futbolda kötü günler de yaşanır. O günlerden çıkışın yöntemi, en azından berbat durumda olmamaktır, bazen vasatla da idare edilebilir. Hiddink’in ‘’alt sınır’’ diye ifade ettiği bu çıta, yine de yeterince yüksekte. Kendisi şöyle açıklıyor: ‘’Hiçbir şey yolunda gitmediğinde, zorlamaya devam edersiniz. Böyle zorlamak sizi kesinlikle daha kötü bir duruma sokar. Futboldaki en zor şey, işte bu kendine hâkim olma gücüdür.’’ Buna kendisinin ihtiyaç duyduğu dönemler de yaşadı, ama aşmanın yollarını arayıp buldu.Agresif futbol basınını ilk defa Türkiye’de görmüştü. Teknik adam, Türkiye’yi anarken bir fotoğrafçının, güzel bir dansözle müstehcen bir fotoğrafını çekerek kendisine komplo kurduğunu hatırlıyor. Türkiye deneyiminden ve daha önceki İspanya günlerinden gazetelere aldırış etmemeyi öğrendi. Bu düstur o günden beri yoluna ışık tutuyor. Yeni Hiddink eleştirilerle sarsılmıyor. İç huzuru var. Menajeri Cees van Nieuwenhuizen, ‘’Türkler, Guus’u ayartmak için çok uğraştı’’ diyor. Hiddink, Amsterdam’da Amstel Nehri üzerindeki rüya gibi evine çabuk bir uçuş mesafesindeki İstanbul yaşantısını sabırsızlıkla bekliyor. Bir milli takım hocası olarak, Liverpool ya da Juve’de yapacağı gibi sabahın sekizinde işe gitmesi de gerekmeyecek.Ama Hiddink, hoş bir yaşantıdan fazlasını istiyor. Son teknik direktörlük görevinde, uluslararası bir başarı kazanmayı hedefleyecektir. Yeterince iltifat aldı. Son on yılda Türkiye’nin kendisi olmadan bir Dünya, bir de Avrupa Yarı Finali oynadığını da biliyor. 2012’deki hedefi daha da ileri gitmek olacaktır.
''Futbol Asla Sadece Futbol Değildir'' adlı kitabın yazarı,Simon Kuper'in Newsweek Türkiye için yazdığı Hiddink makalesi...

Elano'nun Kıskançlığı !

Elano: Arkadaşlar,diş macunu reklamında oynayanlar bu ikisi...Fotoğrafın altına yanlış yazmayın.
Neill: Harry,bu adam bizim dişlerimizi kıskanıyor galiba.
Kewell:Sen bakma ona,peynir de bizi çekiyorlar.